Aycan Alarm Güvenlik firmasının Yönetim Kurulu Başkanı Cemil Aycan ile kendisinin ve sektörün en eski çınarlarından biri olan Aycan Alarm’ın yolculuğunu konuştuk.
Sektörün dünü, bugünü ve yarını…
Sektöre adım attığımız ilk günlerden beri bizlerle bilgi ve tecrübelerini paylaştığı, değerli vaktini ayırıp bizleri kırmadığı için Cemil Aycan’a teşekkürü bir borç biliriz.
Cemil Bey, uzun yıllardır sektörde başarılı bir şekilde çalışıyorsunuz. İş hayatınıza nasıl başladınız?
İş hayatıma, rahmetli abim Mahmut Aycan’a çıraklık yaparak başladım. O dönem bir yandan çalışırken bir yandan da okuyordum.
İş hayatınızda karşılaştığınız zorluklar oldu mu, olduysa bu zorluklarla baş etme yöntemleriniz nelerdi?
Aklıma ilk gelen zorluk, yeni nesil alarm sistemlerinin insanlara tanıtılmasıydı. Eskiden filmlerde gördüğümüz butonlu alarm sistemleri vardı. Görevli personel butona basınca emniyete ihbar gidiyordu.
Herkes butonlu sisteme çok alışmıştı, yeni nesil alarm sistemlerini, pır dedektör mantığını insanlara anlatmak çok zordu. “Dükkanı kilitle git, hırsız girerse alarm çalacak” dediğimde insanlara ters geliyordu. O dönem bu yeni teknolojiyi anlatmak için şehir şehir gezdim. Her ilde kuyumcuların dernek başkanları ile toplantılar yapıyordum.
Bugün insanlara teknolojik gelişmeleri anlatmak belki kolay ama o günlerde gerçekten çok zorlanmıştım. Bu zorluğu, insanlara yeni sistemi yılmadan, tekrar tekrar anlatarak aştım.
Peki, Aycan Alarm’ın serüveni nasıl başladı?
“Aycan Elektronik” rahmetli abim Mahmut Aycan tarafından, 1963 yılında gramofon tamir etmek üzere kuruldu. Abim 1973 yılında televizyon eğitimi almak için Almanya’ya gitti. Radyo, televizyon, teyp gibi elektronik cihazların tamirini ve satışını yapıyorduk.
Abim çok meraklı biriydi. 1980’li yıllarda yurt dışında aldığı eğitimlerle elektronik güvenlik sistemleri konusunda da uzmanlaştı. 1981 yılında “Aycan Alarm Güvenlik” adıyla şirketi kurduk.
O dönem bir bankanın alarm sistemi için emniyetten yazı gelmişti. “Bankanın alarm sistemini yapın ve karakolla irtibatlandırın” diyordu. Biz de alarm sistemini kurmuştuk. Alarm sistemi dediğim de o eski butonlu sistemdi. Biz o sistemi PTT hatları üzerinden çalıştırıyorduk. 1981 yılında toplamda 550 banka şubesinin alarm sistemini kurduk.
Sürmene’de bir çay fabrikası vardı. Fabrikayı ve çalışanları görüntülemek için fabrika çevresine düğün kameraları yerleştirilmişti. Fabrika sahibi benden kamera sistemi istedi. Almanya’dan 2 tane siyah beyaz kamera, 1 tane de monitör getirtmiştim. Alarm sistemlerinin yanında kamera işine de bu fabrika ile başladık.
Aycan Alarm bugün hangi hizmetleri sunuyor?
Aycan Alarm olarak; kamera kontrol ve kayıt, IP videowall görüntüleme, yangın algılama ve ihbar, hırsız alarm, fiber optik network ve altyapı, kartlı geçiş, personel devam kontrol, bekçi tur kontrol, görüntülü kapı telefon, otopark bariyer, road blocker, akıllı bina ve otomasyon, hemşire çağrı, seslendirme ve acil anons, acil kod sistemleri ve fiber optik sonlandırma hizmetleri gibi bütün zayıf akım sistemleri konusunda hizmet sunuyoruz.
Geçmişten günümüze sektörü nasıl değerlendirirsiniz? Sizce neler değişti?
Teknoloji çok ciddi bir biçimde gelişti, marka sayısı arttı. Teknolojinin gelişimi, işini ciddiye alan firmaları kurumsallaştırdı. Mesela biz bu işe 3 kişi olarak başladık, bugün sadece ofisimizde çalışan 8-9 kişi var. Proje müdürü var, finans müdürü var, teknik servis müdürü var… Alanlar belirgin bir şekilde ayrıldı ve profesyonelleştirildi.
Eskiye göre müşterilerin imkanları ve seçenekleri de arttı. Müşteri artık kaygan bir zeminde, en ufak bir durumda tercihini değiştirebiliyor.
Ama başta da belirttiğim gibi; işini ciddiye alan firmalar kurumsallaştı. Mesela biz müşteri memnuniyetine çok değer veriyoruz.
Aycan Alarm’ın bugün çok başarılı ve kalıcı bir firma olmasının sebebi bu memnuniyet midir?
Kesinlikle. Dediğim gibi, bizim ilk amacımız müşteri memnuniyetidir. Müşterilerimizin ihtiyacı ne ise biz onu sunarız. Müşterinin 4 kameraya ihtiyacı varsa biz para kazanmak için 5 kamera vermeyiz.
Müşterinin ürünleri ve sistemleri deneyip, faydalarını test etmesine izin vermeniz gerekir. Müşteri satın aldığı ürün ve sistemden verim aldığı zaman zaten devamını istiyor. Bizim 4 kamera ile başlayıp 64 kameraya çıkarttığımız yer var.
Servis konusunda da aynı şekilde kaliteli hizmet vermeniz gerekir. Çözüm odaklı ve güvenilir olmalısınız. Biz yıllardır bu çizgimizi koruyoruz. 30 yıldır kesintisiz bir şekilde çalıştığımız müşterilerimiz var. Sitemizin “mutlu müşteriler” bölümünden bu firmaların görüşlerini inceleyebilirsiniz.
Sizden sonraki kuşağa baktığımızda, İnanç Aycan ve Erimcan Aycan’ın bugün çok başarılı bir şekilde işi yönettiğini görüyoruz. Siz deneyimlerinizi kendinizden sonraki kuşağa nasıl aktardınız?
Evet, tecrübeyi aktarmak başarılı olmaktan daha önemli bir konu. Eğer tecrübelerinizi doğru bir şekilde aktaramazsanız başarılarınız da sizden sonra yok olur.
Erimcan benim oğlum, İnanç da rahmetli abimin oğlu. Genel olarak Türkiye’de patronlar, kendinden sonra gelenlere hemen bir koltuk veriyor ve yavaş yavaş işi yönetmeye başlamasını istiyor. Bizdeki süreç böyle olmadı tabi. İnanç ve Erimcan çalışmaya en alt kademeden başladılar. Bizim oğlumuz, bizim yeğenimiz gibi bir ayrımcılık yapılmadı. Sahada çalıştılar ve işi hakkıyla yapmayı öğrenene kadar mücadele ettiler. Adı üstünde tecrübe, öyle tepeden koltuğa oturarak kazanılmıyor.
Sektöre geri dönecek olursak, sizce marka sayısının artmış olmasının avantajları ya da dezavantajları nelerdir?
Markaların rekabeti ile ürünler ve sistemlerde kabuk değiştirdi. Ürün çeşitleri ve teknolojileri gelişti. Mesela, kamera sadece kamera olmaktan çıktı. Günümüzde kameralar veri topluyor, analiz yapıyor, kişi sayıyor, cinsiyeti ayırabiliyor, yaşı tespit edebiliyor… Hatta güvenlik kameraları aynı zamanda duman dedektörü görevi yapıyor, ısıyı ve dumanı algılayıp yangın alarmı gönderiyor. Bütün bunların gelişmesi markalar sayesinde oldu.
Tabi markalar teknolojinin yanında ekonomik olarak da rekabete girdi. Eskiden ürünlere ulaşmak zor ve pahalıydı. Markaların içinde bulunduğu ekonomik rekabet sayesinde de insanların ürünlere kolay ve ucuz bir şekilde ulaşmasının önü açıldı.
Rekabet gelişim anlamında güzel fakat sadece fiyat odaklı olduğu zaman da tehlikeli bir şey. Fiyat odaklı rekabet, kalitesiz ürün ve hizmet anlamına geliyor. Herkesin firma kurduğu, distribütörlerin projeye doğrudan satış yaptığı yerde kalite ve hizmet düşüyor.
Herkes kendi firmasını kurmak istiyor, ne yazık ki birçoğunun sonu da acı bitiyor. Bu durumu nasıl değerlendirirsiniz?
“Teknik bilgim var, o zaman firma kurayım” bu çok yanlış bir düşünce. İyi teknik adamdan iyi tüccar olur diye bir kaide yok. Teknik ile ticaret tamamen farklı şeylerdir. Ne yazık ki kurulan bu firmaların çoğu finansı yönetemiyor. Teknikte ne kadar iyi olsa da finans bilgisi olmadığı için şirketler uzun ömürlü olmuyor.
Piyasaya ilk girdikleri anda agresif fiyatlar vererek iş almaya çalışıyorlar. Aldıkları işler başta sorun olmuyor. Bu firmalar, kurdukları ürün ve sistemlerin teknik servis ihtiyacı olduğunda zarar etmeye başlıyorlar. İşi alırken düşük fiyat verdikleri ve servis ihtiyacını hesaplamadıkları için müşterilere yetişemiyorlar, tabi müşteriler de mağdur oluyor.
Yani ayakta kalabilmek için, tekniğin yanında finans bilgisi de olmalı. Finansal geleceği düşünmeden hareket eden firmalar sonunda batıyor. Bu tür firmalara destek veren marka, distribütör ve ucuza aldım diyen son kullanıcılar da bu işten zarar ediyorlar. Tabi sektör de bu durumdan kötü etkileniyor.
Peki distribütörlerin proje yapması sizce sektörü nasıl etkiliyor?
Bence bu da çok yanlış bir durum. Herkes kendi işini yapmalı. Distribütör doğru ürünü bulup getirmeli ve doğru entegratörlere ürünü satmalı. Ben bu gibi durumların, verimliliği düşürdüğüne ve sektöre emek veren herkese zarar verdiğine inanıyorum.
Distribütör de son kullanıcının ihtiyacı olan doğru hizmeti sağlayamıyor. Ürünü satıyor ve genelde işçiliği taşere ediyor. Müşterinin teknik servise ihtiyacı olduğu zaman da herkes sıkıntıya giriyor. Bu şekilde kurulan çoğu sistemin sonunda atıl duruma düştüğünü görüyoruz.
Ben işlerin bölgesel entegratörler tarafından yapılmasını doğru buluyorum. Distribütörler doğru ve sorunsuz işler için, hakim olduğu bölgede en iyi hizmeti veren entegratörleri değerlendirmeli.
Sizce, son kullanıcılar güvenlik sistemi alacağı firmayı seçerken nelere dikkat etmeli?
Elektronik güvenlik sistemleri ciddi bir iştir. Güvenlik sistemini satın alacakları firmanın kurumsal yapıda olup olmadığına dikkat etmeliler. Gerekli kalite belgeleri var mı yok mu ona bakmalılar. Özellikle teknik servis konusunda en önemli unsurlardan birisi firmanın sadece güvenlik sistemi sektörü alanında hizmet veriyor olmasıdır. Farklı farklı sektörlerde hizmet veren firmalar teknik servis konusunda sıkıntı yaratabilir. Son olarak firmanın gerçekleştirmiş olduğu projeleri ciddi bir şekilde araştırmalarını öneririm.
Son olarak, sektörün geleceği hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?
Sektörün geleceği ülke ile paralel ilerliyor. Ülke ekonomisine bağlı olarak sektörde bir daralma yaşandı ve bir süre daha yaşanacak gibi duruyor. Ben önümüzdeki birkaç yılın sakin geçeceğini düşünüyorum.
Ekonomik olarak sorun yaşayanların yanı sıra daha önce de belirttiğim gibi müşteri artık kaygan bir zeminde. Ürün ve hizmet kalitesinden memnun kalmayan müşteriler artık ince eleyip sık dokumaya başladı. Bu durum da sonunda doğru ve kaliteli firmaların ayakta kalacağını gösteriyor.